Üç Gözlü Pınarın Gözün Ararsan

Üç gözlü pınarın gözün ararsan,
Onu bilen bu cihanı fark eder.
Deryadaki kuşun izin ararsan,
Onu bilen bu cihanı fark eder.

Dört kitabın her ismini yazmalı,
Seyyah olup şu alemi gezmeli.
Bir kuş gördüm ayakları çizmeli,
Onu bilen bu cihanı fark eder.

Bir kuş gördüm ayağında nalı var,
Kendisi bir amma iki dili var.
Padişahtır ülkesi var ili var,
Onu bilen bu cihanı fark eder.

Bir hastacık gördüm sormadım halin,
Başı kabak olmuş ayağı yalın.
İk'oğlan getirmiş bir erkek gelin,
Onu bilen bu cihanı fark eder.

Pir Sultan Abdal'ım, ey Şah-ı Merdan,
Şefaat umarım Gani'den pirden.
Derviş Muhammed'in hatemi nurdan,
Onu bilen bu cihanı fark eder.



Pir Sultan Abdal

24 Ağustos 2011 Çarşamba Leave a comment

Nafile Hanım

Nafile hanımı tanırsınız
Çorbası tuzsuz
Sohbeti tatsız
Birini sever
Aşksız



Celal Vardar

Leave a comment

Han-ı Yağma

Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtiıamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!



Tevfik Fikret

Leave a comment

Namahrem

sana yazıldı
sen oku sadece

son gece
öpüşürken dudakların kanadı
bir an durakladım
yüzünde aşkla acı bir aradaydı
bölmek istemedim

sonra elimi tut
kalçan karnıma değsin yeter dedim;
yetmez dedin!!..
o zaman üşümüş ellerimi
karnının sıcaklığında ısıt dedim
ağladın, evet ağladım
dün gece öpüşürken
son kez beraber ağladık.



A. Aziz Kan

Leave a comment

Don Kişot

Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına
bir temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun ve kahraman Rosinant'ı.

Bilirim, hele bir düşmeye gör hasretin halisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,

yel değirmenleriyle dövüşülecek.

Haklısın, elbette senin Dulsinya'ndır dünyanın en güzel kadını,
elbette sen haykıracaksın bunu

bezirganların suratına,

ve alaşağı edecekler seni

bir temiz pataklayacaklar seni.

Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin

ağır, demir kabuğunun içinde

ve Dulsinya bir kat daha güzelleşecek.

Leave a comment

Namert Sofrası

Hey Arkadaş!...
Düşme..
Ama düşersen;
Görürsün, aşkın yalan yüzünü,
Dostlukların ucuzluğunu,
İhanetin binbir türünü,
Yalnızlığı,
Ve ne kadar hızlı yalnızlaştığını...

Düşme!...
Ama düşersen;
Görürsün, arkadaş düşmanlığını,
Dedikodu bataklığının çirkin yaratığını.
Akılsızların, nasıl akıl verdiğini,
Dürüstlüğün, sanki eksiklik olduğunu,
Düşersen, görürsün,
Sakın düşme!...

Düştüğünde;
Güneş ışığını senden alır mı?
Soğuk seni dondurmağa çalışır mı?
Rüzgar sende fırtına mı olur?
Su tadını acılaştırır mı sende,
Toprak seni almamazlık mı eder,
Açmaz mı evin kapıları kilitlerini,
Tavuk yumurtasını vermez mi sana,
Sarısını mı alır senden yumurta,
Kedin,köpeğin saldırır mı düştüğünde sana,
Kanaryan terk mi eder seni?
Atın, eşeğin çifte mi atar sana,
Meyve tadını mı değiştirir sofranda,
Kalem yazmaz mı elinde,
Şarkılar, türküler küser mi sana,
İhanet eder mi sazın telleri,
Notalar düzen bozar mı düştüğün için,
Şiirler düz yazıya mı dönüşür, dedikodu gibi...

Hayır...Hayır...
Bin kere hayır...

Sadece dost bildiğin insancıklar,
İnsan müsvedeleri,
Ya da, insan rolü yapan "HİÇ"ler;
Namert sorasında baş köşede oturanlar,
Ve oturtanlar,
İhanet tohumuyla doğanlar;
İşte bunlar...
Sadece bunlar.

Hey arkadaş!...
Düşme!
Ama, bunları gör...

Leave a comment